Kışın Neden Kilo Alırız ?

Kışın neden kilo alırız diye hiç düşündünüz mü? işte size bilimsem bir cevap vücut ısımız ile beslenme şöyle alakalidir: Bir hayvan soğuğa maruz kaldığı zaman aşırı yemek yeme, sıcağa maruz kaldığı zaman da daha az yeme eğilimi gösterir. Bu durum, hipotalamustaki temperatür düzenleyici sistemle besin alımını düzenleyen sistem arasındaki etkileşimden kaynaklanır. Soğukta besin alımının artışı; metabolizma hızını yükseltmesi ve yalıtkanlık için yağ artışı sağlanması nedeniyle soğuk koşullarını iyileştirme yönünden önemlidir.

karbonhidratlar

Karbonhidrat metabolizmasında karaciğer şu özgün fonksiyonları yürütür. 1- Glikojen depolama, 2- galaktoz ve fruktozu glikoza çevirme, 3- glikoneojenez ve 4- karbonhidrat metabolizmasının ara ürünlerinden bir çok önemli kimyasal maddelerin oluşturulması.
Karaciğer özellikle kanda normal glikoz konsantrasyonunun devamı bakımından önemlidir. Örneğin; glikojenin depo edilmesiyle karaciğer glikozun fazlasını kandan alıp depo eder ve glikoz konsantrasyonu düşmeye başladığı zaman da tekrar kana verir. Buna karaciğerin glikoz tamponlama fonksiyonu adı verilir. Büyük miktarda karbonhidrat içeren bir yemekten hemen sonra, karaciğeri çalışmayan bir kimsede kan şekeri konsantrasyonu, karaciğeri normal olana göre üç kat daha yükseğe çıkar.
Glikoneojenez de, kanda glikozun normal düzeyde kalmasına yardımcı olur. Glikoz konsantrasyonu normalin altına düşmeye başladığı zaman önemli miktarda glikoneojenez gerçekleşir. Bu durumda büyük miktarda amino asidin glikoza çevrilmesi de kandaki glikoz konsantrasyonunun normale döndürülmesine katkıda bulunur.

yag metabolizmasi

Yağ metabolizması kısmen vücuttaki bütün hücrelerde yürütülürse de, bu metabolizmanın bazı işlemleri başlıca karaciğerde yapılmaktadır. Karaciğerin yağ metabolizmasındaki özgün fonksiyonları şöyle özetlenebilir: 1- Diğer vücut fonksiyonları için enerji sağlayacak yağ asitlerinin büyük bir hızla oksidasyonu, 2- lipo-proteinlerin çoğunun oluşumu, 3- Büyük miktarda kolesterol ve fosfolipid sentezi, 4- büyük miktarlarda karbonhidrat ve proteinin yağa dönüşümü.

Enerji elde etmek üzere nötral yağlar ilk olarak gliserol ve yağ asitlerine, daha sonra yağ asitleri beta oksidasyonla iki karbonlu asetil köklerine ayrılır. Bunlar da asetilkoenzim A (asetil CoA)yı oluştururlar. Asetil koenzimA, sitrik asit siklusuna girerek okside olur ve büyük miktarda enerji sağlar. Beta oksidasyon vücuttaki bütün hücrelerde yapılırsa da karaciğer hücrelerinde bu olay özellikle hızlıdır. Karaciğer oluşan asetil-CoA'nın hepsini kullanamaz. İki molekül asetil CoA'nın birleşmesiyle oluşan asetoasetik asit çok kolay erir ve karaciğer hücrelerinden ekstrasellüler sıvılara geçip, bütün vücuda taşınarak dokular tarafından absorbe edilir. Dokular da asetoasetik asidi tekrar asetil-CoA'ya çevirerek normal yoldan okside ederler. Bu nedenle, karaciğerin yağ metabolizmasından büyük ölçüde sorumlu olması doğaldır.

Karaciğerde sentezi yapılan kolesterolün yaklaşık yüzde 80'i safra tuzlarına çevrilerek safraya salgılanır. Geri kalanı lipoproteinler içinde kanla vücudun tüm doku hücrelerine taşınırlar. Fosfolipidler de karaciğerde aynı şekilde sentez edilerek başlıca lipoproteinler içinde taşınırlar. Kolesterol ve fosfolipidler hücrelerde membranların, intrasellüler yapıların oluşumunda ve hücre fonksiyonları için önemli olan kimyasal maddelerin yapımında kullanılırlar.

Vücutta karbonhidrat ve proteinlerden yağ sentezi büyük ölçüde karaciğerde gerçekleşir. Karaciğerde sentezi yapıldıktan sonra yağ, lipoproteinler içinde yağ dokusuna taşınarak depo edilir.

vitaminlerin depo edilmesi

Karaciğerin vitaminleri depo etme özelliği vardır. Uzun süredir, hastaların tedavisinde karaciğerin mükemmel bir vitamin kaynağı olduğu bilinmektedir. Karaciğerde büyük miktarda depo edilen tek vitamin, A vitaminidir. Ancak normal miktarlarda D vitamini ve B12 vitamini de depo edilir. Karaciğer A vitamini eksikliğini on ay kadar uzun bir zaman önlemeye yetecek miktarda A vitamini, D vitamini eksikliğini üç dört ay önleyecek kadar D vitamini, en az bir yıl ya da yıllarca eksikliği önleyecek kadar da B12 vitamini depo edilebilir.

kan pihtilasmasi

Kanda koagülasyon işleminde kullanılan maddelerin çoğunu karaciğer yapar. Bu maddeler fibrinojen, protrombin, akseleratör globulin, faktör VII ve birçok öteki önemli koagülasyon faktörleridir. Karaciğerde protrombin, VII, IX ve X faktörlerin oluşumundaki metabolik olaylar K vitaminini gerektirir. K vitamini yokluğunda bu maddelerin konsantrasyonu çok düştüğünden pıhtılaşma hemen hemen tamamen ortadan kalkar.

vucuttaki demir

Hemoglobindeki demirden farklı olarak , demirin en büyük bölümü normalde karaciğerde ferritin şeklinde depo edilir. Karaciğer hücrelerinde, demirle az ya da çok miktarlarda birleşebilen bir protein, apoferritin bol miktarda bulunur. Böylece vücut sıvılarında demir miktarı arttığı zaman, apoferritinle birleşerek ferritin oluşturur ve gerektiğinde başka bir yerde kullanılmak üzere saklanır. Dolaşımdaki vücut sıvılarında demir düşük bir düzeye indiğinde ferritin demiri serbestletir. Böylece, karaciğerdeki apoferritin- ferritin sistemi bir demir deposu görevi yaptığı gibi kan demirinin tamponu işlevini de yürütür.

Karacigerin ilac hormon ve diger maddeleri atmasi

Karaciğerdeki çok aktif kimyasal ortamın birçok ilacı; sulfonamid, penisilin, ampisilin, eritromisin gibi zehirsizleştirerek safra ile attığı iyi bilinmektedir. Aynı şekilde iç salgı bezlerinden salgılanan tiroksin, östrojen, kortizol ve aldosteron gibi tüm steroid hormonlar da karaciğer tarafından ya kimyasal olarak değiştirilir ya da dışarı atılır. Böylece karaciğer harabiyetinde, çok defa bu hormonlardan birinin ya da birçoğunun vücut sıvılarında birikmesi, hormonal sistemin aşırı faaliyetine yol açar. Nihayet kandaki kalsiyumun başlıca atılma yollarından biri de safraya geçerek feçesle uzaklaştırılmasıdır.

sindirim sisteminin yapisi

İnsan, yaşam için gerekli enerjiyi ancak besinlerdeki kimyasal maddelerden alabilir. Sindirim sisteminin görevi karbonhidrat, yağ, protein gibi başlıca besin maddeleriyle, su ve elektrolitlerin vücuda alınmasını sağlamaktadır. Besin maddeleri kanaldan geçirilirken mekanik olarak parçalanır, kimyasal olarak sindirilir, basit moleküllerine ayrıştırılır; gerekli ve yararlı olanları emildikten sonra artıklar dışarı atılır. Bu nedenle sindirim sistemini üç ayrı bölümde inceliyoruz.

1-Besinin sindirim kanalı içinde yürütülmesi (Gl motilite)
2-Sindirim sıvılarının salgılanması (Gl sekresyon)
3-Sindirilen besin maddeleri, su ve elektrolitlerin emilmesi (Gl absorpsiyon)
İnsanlarda sindirim sistemi, besinlerin vücuda alındığı ağız ile başlayıp, bütün vücudu uzunlamasına kateden ve artık maddelerin atıldığı anüs ile sona eren bir gastrointestinal kanal ve buna bağlı salgı bezlerinden oluşmuştur. Erişkinde yaklaşık 9 m uzunluğundaki sindirim

kanalı fibromüsküler yapıda olup, yer yer işlevine uygun olarak farklılaşma gösterir. Kanala baktığımızda ağız, farinks, özofagus, mide, ince ve kalın barsaklar ile anüsten oluştuğunu görürüz. Örneğin; ağızda besinler yutulacak hale getirilir. Özofagusun görevi besini farinksten mideye iletmektir ve özofagus bu görevi başarabilecek yapı ve özelliğe sahiptir. Midenin korpus kısmı geçici olarak besini, inen kolon feçesi depolamakla görevlidir. İnce barsaklar (duodenum, jejunum, ileum) besinin sindirilmesinden, yine ince barsaklarla birlikte kolonun ilk yarısı sindirim son ürünlerinin absorbe edilmesinden sorumludur
Ayrıca sistem boyunca sindirimin yardımcı yapıları olan dişler, tükrük bezleri, pankreas, karaciğer, safra yolları ve safra kesesi bulunmaktadır.
Dişler ağıza alınan besinin parçalanmasından, tükrük bezleri salya ve enzim yapımından, pankreasın ekzogrin bezleri sindirim enzimlerinin yapımından ve birçok metabolik işlevden sorumludur.

Sindirim kanalı sfinkterler yardımıyla kompartmanlara ayrılmıştır. Dinlenim durumunda sfinkterlerin tonusu, komşu segmentlerden daha fazla olduğundan intraluminal yüksek basınçla lümen iki kompartmana ayrılmış olur. Ancak uygun bir stimulus bu bölgeye ulaştığı zaman sfinkter gevşeyerek, bir kompartmandan diğerine geçişe izin verir. Sindirim sistemindeki başlıca sfinkterler:
Hipofaringiyal - Üst özofagus sfinkteri: Solunum sırasında kapalı kalarak havanın özofagusa geçmesini önlediği gibi, yutma sırasında da yarık şeklinde açıldığından çok büyük parçaların özofagusa girmesini engeller.
Kardia - Gastro özofageal sfinkter: Yutma olayı dışında kapalı kalarak mide suyunun özofagusa girişini önler.

Pilor : Midenin asit ortamını duodenumun alkalik içeriğinden ayırır.
Anal sfinkterler: Defekasyonu düzenlerler.
İleoçekal sfinkter: İleum içeriğini kolondan ayırır
Erişkin bir insanda 24 saat içinde ağızdan alınan 500-600 gr. kadar katı besin ile 2500-3000 ml. sıvı bu kanaldan geçer. Sindirim ve emilim tamamlandıktan sonra yaklaşık 100 ml sıvı ile birlikte 20-30 gr katı artık dışkı olarak anüs yolu ile atılır.

sindirim fizyolojisi tarihi

Hayat sizin elinize bir limon verirse, limonata yapın” öz deyişinin güzel bir örneği 1822 yılında Fizyolojide yaşanmıştır. O zaman bir avcı olan St. Thomas Martin, kaza sonucu midesinden vurulmuş, yara doğru şekilde iyileşmemiş, kat oluşturmuştur. Bu yapı mide kapsamının dışarı çıkmasını engellemiş, ancak katın altında midenin iç kısmından mide dış duvarına doğru açık bir yol (fistül) oluşmuştur. S.T.Martin kaderine küsmektense, Amerikalı bir cerrah olan William Baumont'la birlikte çalışmaya başlamış ve bu durumu bir avantaj olarak kullanmıştır. Baumont, bu yolla S.T. Martin'in midesine çeşitli yiyecekleri kolayca sokmayı ve bir zaman sonra bunları geri çekmeyi ve oluşan sindirimi görmeyi başarmıştır. Baumont, aynı zamanda mide suyunu da belirli kontrollü koşullar altında fistula aracılığıyla toplamayı başarmıştır.
Bu canlı laboratuvar Baumont'ın gastrik salgıların bileşimi, fonksiyonları ve regülasyonları üzerinde çalışmalar yapmasını sağlamıştır.
Mide üzerinde yapılan bu deneysel çalışmalar, Sindirim Fizyolojisi hakkındaki bilgilerin başlangıcı olmuştur. Gerçekten Baumont'ın bulguları Amerikanın kendisini Fizyolojinin babası olarak tanımasını sağlamıştır. Onların ortaya çıkardığı olaylar ve daha sonra yapılan araştırmalarda göstermiştir ki sindirim aktiviteleri; normalde, sindirim için optimum koşulları sağlamak ve sindirilmiş besinlerin emilimi için ne kadar ve ne çeşitte yenirse yensin çok dikkatli bir şekilde düzenlenmektedir.